Anne ve Bebek

Yaşamın ilk 1 yılını kapsayan en erken dönem anne-bebek ilişkisi olarak karşımıza çıkan bu stil bebeklerin hayatları ile ilgili karar verebildikleri bir aşamadır. Bağlanmanın insan yavrusu üzerinde çok önemli etkileri olduğunu artık biliyoruz. Bu etkiler insan yavrusunun en erken döneminden başlayarak hayat boyu kendini göstererek öteki ile ilişkilerini de etkiler. Bunun yanında bağlanmanın beynin işleyişi ile de doğrudan bir etkisi olduğu bilinen bir olgudur. Bebek-anne arası ilişki de annenin de kendi bağlanması ile doğrudan bir ilişkisi vardır. Bu ilişkiler partner ilişkilerinde kendisini gösterse de en görünür olduğu yer anneliğin başladığı aşamadır. Alice Miller yetenekli çocuğun dramı kitabında anne ve babaların bir gizli, karanlık bir arka bahçesi olduğunu ve oraya girebilenlerin sadece çocuklar olduğunu ifade etmesi aslında bu noktaya tam bir göndermedir. İlişki kurarken her zaman önceliğimiz kendimizde ne olduğu ve karşı tarafa ne verebildiğimizdir.

İnsan yavrusu bakıma en uzun süre muhtaç olan tek canlıdır. Öyle ki bir öteki olmadan hayatta kalabilmesi yeterince uzun bir süreyi kapsar. Bu nedenle insan yavrusunun bir diğeri ile kurduğu ilişkinin ruhsal boyutlarını da hesaba katarsak hiç de azımsanmayacak bir içsellik karşımıza çıkacaktır. Bir bebek dünyaya geldiği ilk andan itibaren ötekinin her anını deneyimlemeye başlar ve hayatta kalma şansı da buna bağlıdır. John Bowlby ikinci dünya savaşı sırasında Mary Ainsworth ile çalıştığı bir bebek hastanesinde bakıma muhtaç bebeklerle bir deney yapar ve bu deney için bebekleri iki gruba ayırır. Birinci gruptaki bebeklere bedensel temas ve beslenme, ikinci gruptaki bebeklere sadece hayatta kalmaları için beslenme bakımı verilir. Bakım verenler tarafından kapsanan, sevilen konuşulan ve beslenen bebekler ve sadece beslenen bebekler arasındaki ilişki takip edilir. Maalesef bir süre sonra sadece beslenen ancak hiç temas alamayan bebeklerin ölüm artışlarında ciddi bir yükselme görülür ve bu deney Bowlby’nin bağlanma kuramımın doğmasına üzücü bir eşliktir. Böylece bize bu deney gösterecektir ki bağlanma fiziksel, ruhsal ve zihinsel bir alan ile kurulur.

Bağlanmanın Nörolojik Düzeyi

Beynimizde otonom sinir sisteminde bizi canlı tutan iki düzey vardır: Sempatik ve parasempatik evre. Bakmayın adının sempatik olduğuna aslında işleyişi hiç de o kadar sevimli değil. Sempatik evre otonom sinir sisteminin savaş-kaç ya da don mesajını veren alandır, yani tehlikeye karşı tepki gösteren. Kendinizi ormanda birden bir aslanla karşı karşıya düşünün işte sizi hayatta tutmak için alert hale geçirecek olan sistem bu. Sempatik sistem devreye girdiğinde göz bebeklerinde büyüme, adrenalinde kasları harekete geçirmek için yükselen artış, tükürük bezlerinin salgılanmasının artışı, nabzın yükselmesi ve stres hormonu dediğimiz kortizol salgısı bu evrede gerçekleşir ve sizi tehlikeye karşı uyarır; savaş-kaç ya da don.

Parasempatik evre ise beynin alert durumunda regüle edebilmeyi sağlayan, sakinleştirebilme becerilerini kullanan, nabızda yavaşlama, göz bebeklerinin normale dönmesi, kalp atışı nefes alışta yavaşlama ve stres hormonunda normal salınım sağlanır; tehlike yok gayet iyisin.

Peki yeni doğan bu evleri nasıl aktive edecektir. İşte burada tam olarak yeni doğan ve bakım veren ilişkisi devreye girer ve otonom sinir sistemi kendini gösterir.

Henüz söz öncesi dönemde olan bebek bakım verene ihtiyaçlarını anlatabilmek için ağlar. Tam bu sırada en ilkel sistem olan sempatik evre devreye girer; “bir tehlike var çünkü içten yoğun duygulanımlarım geliyor ve bunu karşılayabilecek kadar yeterli değilim”. Eğer bakım veren ya da anne bu ağlamaları yeterince iyi okuyabilir ve bebeği tutma ve kapsama ile yeterince iyi temas kurabilirse bebeği sempatik sistemden parasempatik sisteme geçirir ve “merak etme geçti ben yanındayım, güvendesin” mesajını verir ve bunu sadece güvenli bir ses tonu ve kucaklama ile yapar, “şşşş buradayım, geldim seni duydum geçti” diyerek. Eğer bu mesajlar yeterince iyi okunmazsa ya da uzun süre sonra yanıt alırsa bebek sempatik evreden kendisini çıkaracak gücü bilmediğinden uzun süreli salgılanan stres hormonu düşmeyeceğinden bebekte hem beyin işleyişinde hem de duygusal süreçlerde hasarlara neden olabilir. Öğrenmenin duygusal yeterlilik ile de bağlantılı olduğu düşünülürse bu hiç de önemsenmeyecek bir süreç değildir.

Bağlanma stilleri

Güvenli bağlanma: İlk bir yıl yeterince iyi annelik ve bebek ilişkisinde, bakım verenin bebeğin ihtiyaçlarına karşılık vermekte zorlanmaması, kapsama-tutma ilişkisinde bebeğin güvende kalması için yeni doğan için bulunduğu yerin güvenli olduğu algısını içselleştirmesine olanak verecektir. annenin ya da bakım verenin yanından gitse de geleceğinden emin olan bebek böylece keşfetmek, öğrenmek ve merak etmek için daha istekli olacaktır. Bulunduğu ortamda anne kendisinden uzakta olsa da ya da bebek/çocuk uzaklaşmak istese de bunu kolaylıkla yapacak ve döndüğünde anneyi hala orda olarak bilecektir. Güvenli bağlanan bebeklerde temel güven duygusu yerleştikçe anne zihninde de giden ama gelen biri olarak kalacaktır. Uzun süreli ayrılıklarda bu zihinde tutulan annenin varlığı bebeğe/çocuğa endişe verici bir ayrılık olmak yerine güvenli bir ayrışmayı sağlayacaktır. Ayrıca güvenli bağlanan bebekler annelerinin yokluğunu anlık protesto etseler de ilk uzaklaşma da tedirgin olup ağlamaya başlasalar da anne geldiğinde bebeğin sakinleşmesi ve ilgi duyduğu faaliyetlere geri dönmesi daha rahat ve kolay olacaktır. İleriki dönemlerde güvenli bağlanan bebeklerde kurulan ilişkiler daha dışa dönük ve ilişki kurmaları daha kolay olacaktır. Ayrıca güvenli bağlanma stili devam eden gelişim dönemlerinde bebeğin kendilik algısında zorlama yaşamadan kendine değer veren, öz yeterlilik, öz sevi, kendisini regüle edebilme ve ihtiyaçlarına duyarlı ve ihtiyaçlarını müzakere edebilme becerilerinin de gelişmesini sağlayacaktır.

Kaygılı bağlanma: Erken dönem ilişkisinde bebek ve bakım veren arasındaki ilişkinin çok yoğun, endişe verici, her an bir şey olacakmışçasına ayrışmanın sağlanamadığı ya da düşen tahammüller sonucu bebeğin ihtiyaçlarını karşılamada oluşan güçlükler, bebeğin ağlamalarına karşı anne de ya da bakım verende hissedilen çaresizlik duygularının bebeğe yoğun şekilde geçişi, bebeğin ihtiyaçlarını karşılamada oluşan panikler ve endişeler bebek ve anne arasında bir yapışmaya sebep verebilir. Sembiyoz denen annenin ve bebeğin ihtiyaçlarının iç içe geçtiği bir ilişki ortaya çıkabilir; “ben acıktım ya o da açsa hemen doyurmam lazım”. Kaygılı bağlanan bebeklerde anneden uzaklaşmak çok tehlikeli ve korkutucu olacaktır çünkü bebek kendi ihtiyaçlarının sakince ve yeterince dengei karşılanan bir alanda olmadığını hissetmesi ile çocukluk döneminde artan “her an başına bir şey gelecek” endişesi ya da annenin çok daha iyi anne olma isteği ile gelen “bütün ihtiyaçlarını karşılamalıyım, aman bir şey olmasın” düşlemleri ile anneden ayrı kalınması gereken durumlarda bebekler/çocuklar kendi başlarına var olma endişesi yaşayacaklardır. Böylece girdikleri ortamlarda annesiz olma endişesi korkucu verisi olacak, anneden ayrılmada zorlanmalar çok daha fazla yapışmalar ve zayıf benlik algıları ortaya çıkacaktır. Bu tutarsız kimi zaman bir var bir yok ilişkilenme bebeklerde/çocuklarda kendilerini rahatlatmakta yaşanan zorlanmalar nedeni ile sürekli ağlama, bağımlı ilişki modellerini geliştirme ve temel güvende sarsılmalara neden olabilir.

Kaçıngan bağlanma: Bağlanma stilleri arasında genellikle anne ve bebeğin kopuk ilişkilerinde ortaya çıkan bir durumdur. Bebeğin çağrılarına çok uzun süre bakım verenin yanıtsız kalması, bebekle kurulamayan temas iletileri, annenin bebekten uzaklaşması, gergin ve öfkeli yaklaşımlar, bebeğin ihtiyaçlarına karşı sert ve yoğun tahammülsüzlükler, verilen katı eğitimler ya da cezalar, ağlayan bebeği kendi kendine susması için tepkisiz kalma halleri gibi yoğun olumsuz durumlar bebek için temel güven duygusuzda epey sarsılmalara sebep olacaktır. Bu bağlanma ile bebek artık dış dünyada ne kendisinin ne de ötekilerin güvenli olmadığı algısına kapılabilir. Anneden ayrılmalar sırasında etkilenmeme, tepki vermeme, ilişki de kalamama, duygularını tanımada zorluklar yaşama gibi durumlarla karşılaşılabilir.bu bebekler/çocuklar ileriki dönemlerde kopuk ilişkiler yaşayabilir ve ilişkilerinde kırılan güven duygusu ile agresif tepkiler veren, öteki ile sürekli zorlanmalar yaşayan, empati düzeylerinde yoğun düşmeler hatta empati kuramayan, kendi ihtiyaçlarına yanıt alamadıkları için başkalarının da ihtiyacına karşılık veremeyen/anlayamayan, birilerine bağlanmaktan endişe duyan bireyler haline gelebilirler.

Dissosiye(dağınık) bağlanama: Çoğunlukla travmatik durumlarda ortaya çıkan bir bağlanma modelidir. Bebeğin ilk bir yılında yaşanan yoğun bozulmalar sonucunda gelişir. Bebeğin anneden ya da bakım verenden çok uzun süre ayrı kalması, göz teması, varlığını ötekinde hissetme, ihtiyaçlarının karşılanmasında duyarsızlıklar ve içsel/ dışsal doyum ve rahatlatma işlevlerinde bozulmalar sonucunda bu bebekler kendilerini dış dünyada çekerler. Diğeri ile ilişki kurmaları bozulan bebeklerin kendi iç dünyalarında kendilerini korumak için ördükleri bir duvar oluşur ve oraya sıkışıp kalırlar. Bu nedenle dış dünyaya karşı “sanki orada değillermiş” gibi görünürler. Bu bebekler/çocuklarda dışsal merakın azalması, organize olamama, dağınık zihin ve beden, hareketlerde yavaşlama, donup kalma ve duygusal bağlantılarda kopukluklar görülmeye başlanır. İleriki dönemlerde daha mekanik bireyler haline gelebilirler.

Bağlanma-Ayrışma

Mahler ayrılma-bireyleşme sürecinden bahsederken mutlaka bağlanma stillerinin etkisini yoksaymaz. Mahler’e göre ayrışma için yeterince güvenli bir ilişkisel ortam gereklidir. Bebekler annelerinden güvenli ayrışma alanı buldukları sürece bireyselleşme alanlarını daha net görebilecek, o alana karşı merak gelişecek ve keşfetmeye başlayacaklardır.bu keşifler kimi zaman zorlayıcı da olabilir ama gereklidir. Bu alan onlar için ne kadar güvenli ve yeterince iyi ise bebek/çocuk anneden olabildiğinde rahat ayrışacak ve ihtiyacı olduğunda dönüp onu bulacağını bilecektir ve keşfetme merakı daha da güçlenecektir.. Ayrıca Mahler ayrılma-bireyleşmeyi de şu şekilde tanımlar, ayrılma çocuğun anne ile kurduğu ortak yaşam alanın/ortak ihtiyaç döneminden çıkması-uzaklaşması, bireyleşme ise çocuğun kendi içindeki bireysel karakterinin kabul edildiğinin işareti olan başarılarıdır. Yani çocuk anneden uzaklaşmak için güvenli bir alana ve kendisinin ne olduğunu anlamak içinde kendisini görebileceği deneyimlere ihtiyaç vardır. İşte benlik gelişiminin oluştuğu yer tam da burasıdır; “ben neyim”.

Psikolog Gonca Cihan


Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Başa dön tuşu