Yeni tanışan insanların sıklıkla birbirine nereli olduğunu sormaları aşina olduğumuz bir davranıştır. Bu davranışın altında aslında insan neyi aramaktadır, neleri kestirmeye çalışmaktadır veya hangi riskleri taramaktadır? Kişiler aslında yeni tanıştığı kişide kestirilebilir tepkiler, davranışlar ve değerler, normlar aramaktadır. Daha doğrusu benzerlik ve farklılıkları öğrenmek istemekte ve örtülü olarak da tehdit ve güvenliği test etmektedir.
İnsanlar yaşadıkları mekanları, fiziksel bir gerçekliği algılamanın ötesinde, hissetmekte, onlara bağlanmakta ve kendilik duygularını birtakım mekansal değişkenler üzerinden tanımlamaktadır. Mekandan bağımsız bir kimlik düşünülemeyeceği gibi, kimliksiz bir mekan da düşünülemez. İnsanlar yaşadıkları mekanlarla ilişki kurmakta, onlara anlamlar atfetmekte ve içinde bulundukları bu yaşamsal çevre aracılığıyla kimliklerini oluşturmaktadır.
Tanıdıklık ilişkisi kişiler üzerinden değil coğrafya ve mekan üzerinden algılanmaktadır. Ortak mekanda oluş bir tanıdıklık bir güven ilişkisi oluşturmaktadır. Bu durumda insanın mekan üzerinden kendini tanımlaması ve konumlandırması ile ilişkili bir durumdur.
Göçle beraber mekan – kişi ilişkisi bozuluyor, güven ve sıcaklık kayboluyor. Yeni mekanda yeni bir uyum süreci ve güven arayışı başlıyor. Alışkın olunan mekandan ayrılış anne karnından ayrılış gibi travmatik bir durum oluşturmaktadır. Göçün zorunlu olup olmaması, isteğe bağlı olması veya zorla olması, coğrafi zorunlulukla olması, daha iyi şartlarda yaşama amacı ile olması gibi çeşitli durumlar kişilerin yaşayacağı travmatik boyutu değiştirmektedir.
Göç durumundan bütün bireyler aynı oranda ve aynı şekilde etkilenmiyorlar. Göç hem bir travma hem de bir travma tetikleyicisidir. Daha önce yaşanılmış, üstesinden kısmen gelinmiş veya bastırılmış olan travmaların tetiklenmesi ve aktif hale gelmesi riskini barındırır. Bu kişiler ruhsal olarak göçten daha fazla etkilenen kişiler olacaklardır. Bireyleşme becerisi az olanlar, bağımlı kimlik yapısına sahip olanlar göç durumundan fazla etkilenecek grubu oluşturur. Narsist özellikte kişilik örüntüsü olanlar veya narsist kişilik bozukluğu olanlar göç durumundan fazla etkilenir ve başa çıkma becerileri konusunda daha zayıftırlar ve narsist bir incinme ile baş başa kalabilirler. Ruhsal esnekliği zayıf olanlar yok olma korkusu içinde kalırlar ve ruhsal olarak daha fazla olumsuzluk yaşarlar.
Değersizlik duygusu, utanç duygusu, öfke, kuşkuculuk, değersizlik, çökkünlük özlem, yalnızlık, yabancılık, suçluluk duygusu en çok öne çıkan duygulardır göç eden insanlarda. Gittikleri yerlerde kendi kültürüne özgü yemekler yiyecekler aramaları bir çeşit anne ninnisini aramaya benzerdir.
Göç eden insanların karşılaştıkları diğer sorun ise etiketlenme ve kalıp ön yargılardır. Bu durumda barınma olanaklarına ulaşmada eğitim olanaklarından yararlanmaya, başarı eksikliğine ve potansiyelini gerçekleştirme önünde engele neden olmaktadır. Bütün bunlar düşük benlik değerine neden olup fiziksel hastalıklara açık hale gelmelerine, somatik yakınmalarda artışa ve direnç düşüklüğüne yol açmaktadır. Göç edenler dini ritüellerini yerine getirememekte, geleneklerini yaşayamamakta ve kendini daha güvensiz bir ortamda hissetmektedirler. Yalnızlık ve yabancılaşma en fazla bu sürece eşlik eden duygular olmaktadır.
Çocuklar ve yaşlılar tercihleri dışında verilen kararlara uydukları için sürüklendikleri duygusu yaşamaktadırlar. Sosyal kimliklerinin yıkılması karşısında yeniden sosyal kimlik oluşturma konusunda zorlanmaktadırlar.
Göçmen, fiziken ayrıldığı yerden aynı zamanda alışkanlıklarından ayrılmakta, hobilerinden ayrılmakta, çeşitli haklardan ve sosyalliğini sağlayan ortamdan ayrılmaktadır. Bu da yalnızlaşma ve yabancılaşma süreci demektir. Zaman zaman kendini bir yere ait hissedememe durumu ile karşı karşıyadır göçmen.
Kadınlar yeni mekana daha rahat uyum sağlıyor ve yeni mekandaki sosyal ilişkileri erkeklere göre daha hızlı kurabiliyorlar. Bu durum da onların daha hızlı uyum sağlamalarını ve sosyal destek unsurları geliştirmelerini sağlamaktadır.
Göçmüş olan bireylerin baş etmeye çalıştıkları en önemli durumlardan bir tanesi kayıpları, geride bırakılanlar ve bu durumun yasını yaşamaları. Bu bir yas süreci gerektirmektedir. Bir yandan da ayrılan yere, mekana, ortama, ilişkilere duyulan özlem söz konusudur. Gelinen yerde en çok korkulan durum kabul görmemek, etiketlenmek ve dışlanma korkusudur. Dışlanma korkusu beyinde acı merkezini uyarıyor ve fiziksel acı ile aynı şeyi yaşıyor kişiler. Yeniden organize olup yeni kimlik yaratma, uyum sağlama, yeni ortamın gerekliliklerini öğrenme bir zaman süreci ve alışma süreci gerektirmektedir. Göçle birlikte bozulan güvenin yeniden inşası herkes için kolay olmamaktadır. Dolayısı ile göç eden daha ürkek, daha güvensiz ve risklere karşı daha kuşkucudur ve tetikte olma hali ile de daha kaygılıdır. Kimlik arayışı temel bir ihtiyaçtır. Mekanla sosyal çevreyle edindiği kimliğin yıkılması ve yeniden inşa durumu söz konusudur. Reddedilme durumu kendi kimliğine daha fazla sarılma ihtiyacına kişiyi götürmektedir.
Göçmen kişiler öncelikle gittiği yerde ayrımcılığa maruz kalma durumu ile karşılaşmaktadırlar. Buna dil sorunları ve kendi duygularını ifade edememe sorunu da eşlik etmektedir. Anlaşılamama ve kabul görmeme bir süre sonra çaresizlik duygusunu aktive etmekte ve depresif ruh haline gidiş söz konusu olmaktadır. Maruz kalınan bu durum tamamen kişinin kontrolü dışında olmaktadır ve kişinin buna müdahalesi olamamaktadır. Olumsuz yargılara maruz kalma kişilerde öfke duygusuna neden olmaktadır. Bu durum bir çeşit zorbalığa maruz kalma ile aynı etkiyi yaratmaktadır.
Kendi kültürünü gittiği yerin kültürü ile birleştirme harmanlama sonucu uyum süreci yoluna gidilmektedir. Sosyal destek olanakları, oradaki insanlarla kurulan bağlar, dostluklar bu süreci hızlandırmaktadır. Entegrasyonu başaramayanlar ya kendi kültürlerini reddederek gittikleri yerin kültürünü benimsemekte ve asimile olmakta ya da ayrılma modeli ile oranın kültürünü reddedip kendi kültürünü yaşamaya devam etmekte ve uyumlanmamaktadırlar.
Kişinin nerede kendini daha çok evde hissettiği önemli bir kriterdir. Yeni kimliğin inşası ve yaşama geçirilmesi anlamına gelmektedir. Hangi beklentilerle kişiler yola çıkmış olurlarsa olsunlar gerçeklerle uyuşmayan durumlarla ve zorluklarla karşılaşmak göçün temel yapısında olan bir durumdur.
Özelikle göçmenler açısından düşünüldüğünde aidiyet kavramının kimlik boyutunun ön plana çıktığı, kimlik oluşumunun kritik öneme sahip olduğu görülebilir. “Kimlik hem bireyin kendisi ile diğeri arasında bir farklılaşma içerir, hem de kendisiyle diğerleri arasındaki özdeşleşmelerden hareketle inşa edilir.”
Bu kurama göre göç, bireyin sadece fiziki ayrılışı değil, aynı zamanda bireyin alıştığı bir dizi haklardan, kurallardan ve sosyal etkileşim örüntülerinden ayrılmasıdır. Kişinin alıştığı ortamdan ayrı kalması onun yalnızlık, yabancılaşma ve kendini değersiz görme gibi duyguları yaşamasına neden olabilmektedir. göçmenin güvensizliği kendisini çaresiz hissetmesine yol açar ve uygun fırsatları bile etkin biçimde kullanmaktan alıkoyar. Göçmen, bir yandan diğer insanlar gibi olma isteği duyarken bir yandan yeni kültür tarafından yok edilecekmiş gibi korkuya kapılır; bir taraftan da kimliğini korumak ve kendisini olduğu gibi hissetmek ister. Bu çatışmalar onda yabancılaşmaya ve duygusal karmaşalara sebep olur. Yalnızlık ve yabancılaşma duyguları anksiyete ve depresif belirtileri artırır ve akabinde iştahsızlık, hazımsızlık, uyku düzensizliği, baş ağrısı gibi psikosomatik şikâyetlerin oluşmasına neden olabilir.
Yaşanan zorunlu göç sürecinde kişilerin, geride bırakılan kişi veya eşyalara dair yaşadıkları kayıp duygusu, bilinmezlik, yas, acı verici olayların kişilerde yarattığı kaygının ve stresin geçici veya kalıcı psikolojik işlev bozukluklarına sebep olabileceği düşünülmektedir Göç ile birlikte yaşanılan duygularla baş etmek için bir dışavurum yolu olan sanatta bu durum yoğun olarak işlenmiştir. Gurbet Türk edebiyatında en çok işlenen konulardan birisidir. Gurbet türküleri hem gurbete gidenlerin, hem de geride kalanların ağzından söylenebilmektedir Özellikle Karacaoğlan göç ve gurbet konusunu çok kez dile getirmiştir.
Kişiler hedefledikleri kendiliklerinden uzaklaştıkça tehdit altında hissedebilir ve çevresel bir tehdit altında olduklarını düşündüklerinde ise stres yaşayabilecekleri düşünülebilir. Yaşanılan stres, gelecek kaygısı, varoluş kaygısı, belirsizlik hissi, kendiliğin sorgulanması kişilerde; travma sonrası stres bozukluğu, yeme bozuklukları, kaygı bozuklukları gibi psikolojik işleyişlerini etkileyen çeşitli patolojiler yaşamalarına sebep olmaktadır.
Yaşam; sürekli yeni durumlara uyum sağlamak, esnek olmak, yeni beceriler kazanmak ve kayıpların yerine yeni şeyler koymak süreci içinde cereyan etmektedir. Yaşam seyri içinde yavaş gelişen bütün bu süreç göç eden insanlarda bir şok durumu yaratmakta bilişsel ve duygusal olarak bir zorlukla karşı karşıya kalmaktadır. Ruhsal hassasiyeti olanlar, tarvmatik yaşantıları olanlar ve ruhsal sorunlar, kimlik sorunları yaşayan insanlar için daha da baş edilmesi zor bir süreç yaratmaktadır. Göç ile birlikte kişiler karşılaştıkları zorluklarla baş etmeye çalışırken bir yandan büyümekte ve bir yandan zorluklar karşısında aslında direnç de kazanmakta ve güçlenmektedirler.
Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.