Türkiye’de doğal afetlerin çocuklar üzerindeki etkisini araştıran çalışmalar 1992 Erzincan depremi ve 1995 Dinar depremi ile başlamıştır (Karabulut&Bekler, 2019). Bilişsel ve sözel ifade yetenekleri çocuklarda yeterince gelişmemiştir. Çocuklar, düşüncelerini ve duygularını yetişkinler gibi ifade edemezler ancak bu durum doğal afetlerden etkilenmedikleri anlamına gelmez. Doğal afetlerden etkilenen yaş grupları içerisindeki en hassas ve savunmasız bireyler çocuklar ve ergenlerdir.
17 Ağustos 1999 depremi sonrasında üç aylık süreyi kapsayan bir çalışmada, çocuk psikyatri polikliniğine ilk kez başvuran çocuk hastalarda geçen yıla göre daha yüksek oranda anksiyete bozukluğu tanısı konulduğu gözlemlenmiştir (Berkem&Bildik, 2001). Bu anksiyetenin başlıca sebeplerinden birinin ise depremin tekrarlanacak olması düşüncesi olduğu tahmin edilmektedir. Özellikle ilk bir aylık belirtiler içerisinde, depremi birebir yaşayan çocuklarda, depremin sürekli zihinlerine gelmesi veya deprem anını yeniden yaşantılamaları çocuklarda gözlemlenebilmektedir. Zihinde cananlanan olayları engelleyebilmek için kaçınma veya yok sayma da görülebilir. Yoğun duygusal yaklaşımlar, kaygı, korku çaresizlik, dehşet duygusu gibi durumlar yaşanabilir. Depremi birebir yaşamayan çocuklarda ise en büyük semptom belirsizlik düşüncesinin getirdiği endişedir. Gelecekle ilgili düşüncelerinde, kendinin ve ailesinin ne olacağına dair endişesi ve korkusu, günlük yaşantısını oldukça etkiler. Uyku kalitesi ve beslenme rutini bu endişeye bağlı olarak bozulmaya eğilimlidir. Çocukların güvenlik hissi sarsılır. Bu durumda evden uzaklaşmak isteyebilir veya eve olduğundan daha bağlanarak evden ayrılmak istemeyebilir.
Özellikle okul öncesi çağındaki çocuklar için ayrılık kaygısı önemli bir durumdur. Çocuklarda afet sonrası ebeveynlerden ayrılma korkusu normal düzeylerinden oldukça artar. Geceleri yalnız uyumak istememe, en sevdiği oyuncaktan ayrılamama ayrılık kaygısıyla ortaya çıkan durumlardır. Afet sonrası bu yaş grubunda beslenmeyle ilgili problemler, uykuya dalmakla ilgili problemler, kabus görme durumu, alt ıslatma durumu, yüksek seslere karşı hassasiyet, konuşma güçlükleri, yalnız kalamama gibi semptomlar gözlemlenebilir (İşmen, 2016). Egonun savunma mekanizmalarından biri olan regresyonla bu semptomlar gerçekleşebilir.
Okul çağındaki çocuklarda ise benzer belirtileri gözlemlemek yüksek bir olasıktır. Okul öncesi çağdan ayıran en temel unsur olayların gerçekçiliğinin daha çok farkında olmalarıdır. Okul çağındaki çocuklar korku ve kaygılarının sebeplerini daha açık şekilde ifade edebilirler. Ajite davranışlarda bulunma, artan dikkat problemi, tanı koyulmamış ağrı yakınmaları ve okul başarısının düşmesi gibi durumlar orataya çıkabilmektedir (Nakajima, 2012). Yine bu dönemde farkındalık yaşayan çocuklar ebeveynlerini üzmemek için hissettiği duygularını bastırmaya çalışabilir (İşmen, 2016). Bastırdıkları duygular yine regresyon semptomlarıyla ortaya çıkar. Karanlıktan korkma, yalnız uyumak istememe, kabus görme, alt ıslatma gibi durumlar da yine yaşanabilmektedir.
Çocuklar depreme karşı birbirinden farklı tepkiler verebilir. Depremden hemen sonra davranış değişiklikleri gözlemlenebilirken, haftalar veya aylar süren hiçbir şey olmamış gibi davranmanın ardından da sorunlu davranışlar sergilenebilir (Erkan, 2010). Deprem bir tehdittir ve beynimiz bu tehditle baş edebilmek için birkaç yanıt ortaya koyar. Savaş ya da kaç yanıtı, tehditin ortaya çıkardığı bir durumdur (Nakajima, 2012). Savaşabiliriz, kaçabiliriz ya da ikisi de olmazsa donma yaşayabiliriz. Bedenin kalp atışını yavaşlattığı, hareketlerin zorlaştığı, sakin bir konumda olması donma durumudur. Donma durumundaki bir çocuk konuşmaya zorlanmamalıdır. Çocuk için konuşabileceği güvenli bir ortam oluşturulmalıdır. Bunun yanı sıra depremi yok sayan hiç konuşmayan çocuklar da gözlemlenebilir. İnkar etme söz konusu olabilir ve bu da belli başlı normal bir tepkidir. Olaylarla ilgili hiçbir soru sormamak, etraftaki kargaşa ve hüznü görmezden gelmek inkar etmenin tepkileridir. Ancak donma tepkisi ve inkar tepkisi arasındaki farkı iyi anlamak ve buna göre davranmak gerekir. Donma tepkisi genel olarak fizyolojik bir yavaşlama iken inkar tepkisi olaya karşı olan tepkisizliktir.
Türkiye 6 Şubat 2023’te, Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde gerçekleşen 7,7 ve 7,6 şiddetlerindeki depremle son yılların en yıkıcı depremini yaşadı. Yaşanan bu büyük doğal afetle birlikte çocuklar da doğrudan ya da dolaylı olarak etkilendi. Ebeveynler, çocuklar için her zaman rol modeldir ve bu süreç içinde de çocuklarına doğru bir rol model olmadır. Ebeveynlerden bazıları baş etme stratejilerinde başarısız oldukları için yaşadıkları endişe ve duyguları çocuklarına yansıttıkları gözlemlenmiştir (Canel&Balcı, 2018). Çocuklar ebeveynlerinin yaşadıklarını anlamaya çalışmakta ve içselleştirmektedirler. Bu durumda anlaşılıyor ki çocuklar yaşanan travmanın psikolojik sonuçlarından uzak tutmaya çalışılsa bile, ebeveynlerinin stresini içselleştirdikleri ortaya çıkıyor (Bradfield, 2013). Ebeveynler kendi duygu ve düşüncelerini yaşadıkları ortamda kaotik hale getirmeden ifade edebilecekleri bir yer yaratabilirlerse, çocuklar da konuşabilecekleri güvenli yeri fark etmeye başlayabilir. Kaygılanma ve zorlanma durumunu yaşamanın normal olduğunu, birlikte aynı hissi paylaştıklarını ama üstesinden geleceklerini belirten açık ve dürüst iletişim çocukların kendi hissettikleri duyguların da normal olduğunu anlamasını sağlayabilir. Ortaya çıkan bu zorlu semptomları deprem sonrasında çocuklara açıklamak sağlıklı bir iletişim şekli olmaktadır. Çocuğun zihninde yaşanan bu durumun bir problem olmadığını, yeni bir duruma adapte olabilmek için zihnimizin ve bedenimizin uyumlanması olarak anlamasını sağlamak bu süreçte ebeveynlerin çocuklarını koruyabilmesi için birincil görevi olmalıdır.
Yapılan çalışmalarda görülmüştür ki yaşanan felaketler sonrası çocuklardaki akut stres ya da akut yas reaksiyonları maruz kaldıkları travma veya kayıplara göre değişebilmektedir (Özgentürk-Ayaksız, 2004). Felaket sonrası yaşanan bir aylık yanıtlar stres yanıtıdır. Bedenin ve zihnin kendini iyileştirmeye çalıştırdığı bir dönemdir. Bunlar sürecin içinde gerçekleşen normal yanıtlardır. Gerçekleşen bu semptomların yaklaşık olarak ikinci hafta itibariyle giderek azalması beklenmektedir. İki haftayı geçen ve durumu ağır olan vakalarda profesyonel destek son derece önemlidir (Nakajima, 2012).
Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) için Türkiye’de çocuklarla yapılan çalışmalarda da depremden 6 ay sonraki tanılar için oranlar sırasıyla %73,5 ve %71 olarak belirtmiştir (Bulut, 2009). Yeniden yaşantılama, bedensel semptomlar, yoğun düşünce ve duygularla etkilenmelerin başladığı öfke, korku ve kaygı, irkilme ve tetikte olma gibi durumlar iki hafta sonunda azalmaya başlamıyorsa çocuğun hayatında işlevselliğini bozan bir noktaya doğru evrilme tehlikesi oluşturabilir.
Deprem felaketi yetişkinleri etkilediği kadar çocukları da etkilemektedir. Yaşanan zorlu süreçte önemli adımlardan biri çocukların kendilerini ifade etmesini sağlamak olmalıdır. Çocuklar kendini oyun aracılığıyla ifader. Yaşadıklarını ve gördüklerini içselleştirebilmesi ve halledebilmesi oyun aracılığıyla gerçekleşir. Onlarla oyun oynamak, fiziksel teması arttırmak, konuşmak iyi gelebilir. Onlara bu süreci anlatmak, yaşadıkları hislerin normal olduğunu anlamalarını sağlamak çocuklara iyi gelecektir. Her çocuğun farklı tepkiler verebileceğini bilmek gerekir. Çocukların tepkilerine göre hareket etmek, semptomların şiddetlerini gözeterek süreci yürütmek gerekmektedir. Uzmanlar tarafından önerilen süre sonunda şiddeti azalmayan semptomlar için profesyonel destek almak, gelecekte oluşabilecek ruhsal bozukluklar için oldukça önemlidir.
Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.