Araştırmalar gösteriyor ki gelişmiş ülkelerde her iki kişiden biri yaşamı boyunca kansere yakalanacak ve bunların dörtte biri bu hastalıktan kaybedilecek. Son 30 yılda kanserden ölümler kalp hastalıklarından ölümlerin önüne geçmiştir.
Tıptaki gelişmeler birçok kanserde yaşam sürelerini uzatmış, bazı kanserlerin tamamen tedavi edilmesini mümkün kılmıştır. Ancak yalnızca tedavi ile yetinmek akılcı olmadığı gibi yeterli de değil. Kanserle mücadelede amacımız çoğu hastalıkta olduğu gibi koruyucu tıbba başvurmak, kanserin ortaya çıkışını önlemek olmalı. Burada akla şöyle bir düşünce gelebilir: “Kanser genetik bir hastalık. Bundan nasıl korunulabilir? Bu mümkün müdür? Evet mümkün olabilir. Deneyimler göstermektedir ki yaşam biçimimiz bugünkünden farklı olsaydı, kanserden ölümler üçte iki oranında az olurdu.
Kanser sanıldığı gibi tek bir hastalık değildir. Bir hastalıklar grubudur. Organizmada ne kadar çoğalabilen hücre varsa o kadar da kanser vardır. Yetişkindeki kanserlerin ancak yüzde 5-10’u kalıtsaldır. Bu, şu demektir:
İnsanın başka hiçbir etki olmadan kansere neden olabilecek genetik bir bozuklukla doğma olasılığı çok düşüktür, ancak bireyi kansere eğilimli kılan bazı genetik değişimler doğuştan itibaren olabilir. Bu eğilime sahip olan kişilerin mutlaka kanser olacağı gibi bir kural yoktur. Genetik eğilimler zaman içerisinde çevresel etkenlerle birleşerek kanser oluşumuna yol açar. Kanser, yüzde 80-90 oranında çevresel etkenlerle ortaya çıkan bir hastalıktır. Belki de hiçbir zaman kanser olmayacak bir kişi sürekli kötü çevresel etkilere maruz kalırsa bu hastalığa yakalanabilir.
Kanser tek bir hastalık olmadığı için buna neden olan çevresel etkenler de çok farklıdır. Kansere en çok neden olduğu bilinen madde, tütün ve sigaradır. Kanser ölümlerinin yüzde 30’u tütüne bağlıdır. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Neden her sigara içen kişi kansere yakalanmıyor; hatta bazı çok sigara içen kişiler kanser olmadığı halde az içen kişiler kansere yakalanabiliyor? Bunun nedenlerinden biri, bazı insanlarda sigaranın kanser yapıcı etkilerini ortaya çıkaran proteinin daha aktif olmasıdır. Bu kişilerin akciğer kanseri olma olasılığı daha yüksektir. Bu da doğuştan gelen bir özellik. Dolayısıyla anne ve babasında akciğer kanseri olan kişilerin daha dikkatli olması gerekir. Sigara yalnızca akciğer kanseri değil, baş, boyun, yemek borusu, mide, measane ve pankreas gibi birçok organdaki kanser riskini de artırmaktadır. Sigaranın bırakılması ile risk hızla azaltmaktadır. Bu nedenle zararın neresinden dönülürse kârdır diyerek hangi yaş ve durumda olunursa olunsun sigara bırakılmalıdır. Tüm toplumlarda öyle bir grup vardır ki hangi önlemi alırsanız alın sigara bağımlılığından kurtulamamakta. Bu kişilere sigara içmektense nikotin içeren sakız çiğnemelerini önermek daha uygun olabilir.
Ölümler yüzde 35 azalabilir.
Kuzey Avrupa ülkeleri sigarayla mücadele ile akciğer kanserinden ölüm riskini azaltmışlardır. Türkiye’de ise ölümlerin en çok olduğu kanser akciğer kanseridir ve bunun en önemli nedeni ise tartışmasız sigaradır. Gelişmiş ülkelerde halkın bilinçlenmesinden dolayı uluslararası sigara kartelleri pazar alanlarını bizim gibi ülkelere çevirmişlerdir. Bu oyuna gelinmemelidir. Kansere neden olan bir diğer önemli faktör kötü beslenmedir. Doğru beslenme ile çevresel etkenlere bağlı kanser ölümlerinin yüzde 35’ini ortadan kaldırmak mümkün olabilir. Bunu sağlamak için çok komplike yollara başvurmaya gerek yokken, kesinliği ispat edilmemiş bilgilerle insanların kafası karıştırılmaktadır.
Beslenme ve diyetle ilgili olarak hemen her gün gazetelerde haber ve yorumlar okuyorsunuzdur. Hastalıklarda ilaç yerine doğal maddelerin kullanılması insanda sağlıklı olduğu izlenimi uyandırabilir, ona moral verebilir. Yiyecekler gibi istisnasız herkesin her zaman ilişki içinde olduğu, tüketilmesinin insana yaşam ve mutluluk verdiği bu maddelere ilgiyi anlamak mümkün. Ancak bunlarla ilgili bilgiler sunulurken gerçekler, tiraj ya da reyting uğruna feda edilmekte, yanlış bilgiler verilmekte, araştırma sonuçları yeni bir keşif yapılmış gibi lanse edilmektedir.
Kanser gibi heterojen bir hastalık grubunu tek bir madde ile tedavi etmek mümkün değilken, kanserin mucize bir ilaçla tedavisi bulunmuş gibi bir izlenim verilmektedir.
Tıpta, özellikle onkolojide birçok konuda olduğu gibi doğal maddelerle ilgili o kadar çok çalışma yapılmakta ki çoğu zaman birbiriyle çelişkili sonuçlara rastlamak bile mümkün. Bu farklılıkta, çalışmanın doğru yapılıp yapılmadığı, çalışmaya katılan deneklerin farklılığı kadar sonuçların nasıl yorumlandığı da önemlidir. Tüm araştırmalar doğru olsaydı sonuçlar hep aynı olurdu. Dolayısıyla yayımlanan bir çalışmanın bir ucundan tutup falan meyvenin kanseri önlediği, filan bitkinin kanseri tedavi ettiği haberlerine fazla itibar etmemek gerekir.
Doğru beslenme konusunda yol göstericimiz, bilimsel platformlarda kendini kabul ettirmiş uluslararası kanser kuruluşları olmalıdır. Onların önerdiği ise çok basittir: Hayvansal yağlardan ve proteinlerden kaçınmak, günde beş porsiyon sebze ve meyva tüketmek, yalnızca bir besinle değil de farklı çeşitten yiyecekler ile beslenmektir. Bu konuda en doğru yaklaşım, kanseri önlediği iddia edilen bir tür yiyeceğe takılıp kalmamak, değişik türden sebze ve meyveyi tüketmektir. Kendimizi bildik bileli hep söylenen, atalarımızın deneyimleriyle yıllar içinde oluşan her şeyden yemeli ama kararınca yemeli düsturunun, bugün farklı bir üslupla da olsa uluslararası bilimsel kuruluşların genel prensipleri içinde yer alması oldukça ilginç olsa gerek.
A, C, E vitaminleri ile selenyum gibi antioksidanların kanserden korumayı sağladığına dair birçok çalışma olmakla birlikte bunun aksi görüşte bulgular da olduğu için saygın kanser kuruluşları bunları insanlara önermemektedirler. Diyet ve beslenmeden bağımsız olarak şişmanlığın kendisi de kanser için risk oluşturabilmekte. Özellikle kalınbağırsak, meme ve rahim kanserinin şişmanlıkla ilgisi var. İdeal vücut kitlesi, kilogram cinsinden ağırlığın metre olarak boyun karesine bölünmesiyle bulunur. Bu oran 18 ile 25 arasında olmalıdır. Fiziksel aktivite, şişmanlığı önlemesinin yanı sıra ondan bağımsız olarak kanseri önleyen bir başka faktör. Ne kadar çok aktivite yapılırsa risk o kadar azalmakta. En azından haftada üç gün otuzar dakika yürüyüş yapmak uygun bir davranış olur.
Alkol hakkında yanlış bilgiler
Alkol, sigara kadar olmasa da kanser oluşumunda risk faktörüdür. Ağız, yemek borusu, karaciğer, kalınbağırsak gibi organların kanserlerine neden olabilir. Özellikle meme kanserinde içilen miktar ile risk arasında paralellik bulunmuştur. Yani miktar ne kadar artırılırsa risk de o kadar artar. Son yıllarda kırmızı şarabın antioksidan maddeler içerdiği, bu nedenle kansere karşı koruyucu olduğuna dair yazılar çıkmaktadır. Unutulmaması gerekir ki her ne kadar kırmızı şarapta bazı antioksidan maddeler varsa da alkolün kendisi en önemli oksidan maddedir ve şarapta bu oran yüzde 12’dir. Dolayısıyla şarabın kanserden koruduğuna dair bilgiler yanlıştır. Kanser ile alkol arasında böyle bir ilişki varken alkol ile kalp hastalıklarından ölüm arasındaki ilişki daha farklıdır. Saygın tıp dergilerinde yayımlanan araştırmalara göre kadınlarda günde bir içimlik (10 gram alkol, yani bir kadeh şarap, bir küçük kutu bira ya da bir tek rakı, viski), erkeklerde iki içimlik alkol, kalp hastalıklarından ölüm riskini azaltmaktadır. İnsan sağlığı bütün olarak düşünüldüğünden uluslararası kanser kuruluşlarının önerisi ‘Alkol kullanmıyorsanız kullanmamaya devam ediniz, kullanıyorsanız miktarı azaltınız’ şeklindedir. Alkoldeki yaklaşım sigaradaki kadar rijid değildir.
Güneş de tehlikeli.
Kanserdeki diğer risk faktörleri arasında güneş ışınları ve radyasyon gelir. Özellikle açık tenli kişilerin güneş ışınlarından daha çok etkilendiği ve cilt kanserlerine yakalandığı bilinmektedir. Yazın uzun süre güneşlenmek, riski artıran bir faktördür. Koruyucu güneş kremleri yararlı, ancak yapılan çalışmalar bunu kullanan kimselerin daha uzun süre güneşlendiğini ve riske maruz kaldığını göstermiştir. Dikkatli olmak gerekir. Yapay bronzlaştırıcı solaryumlar da aynı mekanizmayla çalıştığından önerilmez. Nükleer atıklar gibi iyonize edici radyasyonun kansere neden olduğunu herkes bilmektedir. Yüksek gerilimli elektrik hatları, cep telefonları gibi iyonize edici olmayan radyasyonun kanser riski oluşturup oluşturmadığı ise tartışmalı. Yapılan bir çalışmada trafo gibi yüksek elektrik hattı yakınında yaşayan çocuklarda kan kanseri riski iki kat artmıştır. Bu oranda bir elektriksel akım miktarı yaşadığımız yerlerde pek görülen bir durum olmadığından tedirgin olmaya gerek yok. Cep telefonları ile şu ana kadar yapılan çalışmalar bunun kanseri artırdığına dair bir veri sunmamıştır. Ancak bunların insanlar tarafından kullanımları yeni. Sonuçlar ileride ne gösterir göreceğiz. Görüldüğü gibi kanserden korunmak için tek tek kişiler kadar toplum olarak da doğru davranış biçimleri geliştirmeye gerek var. Bunu sağlamak kolay değil. Önce inanmalı, sonra doğru yaşam politikaları oluşturabilmeliyiz.
Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.