Benliğin canlı, doğal otantik, yaratıcı olan kısmı gerçek benlik olarak tanımlanır. Bebek doğası gereği ihtiyaçlarını karşılayacak güçte değildir ve annenin bakımını üstlenmesini talep eder. Bu dönemde annenin bebeğin ihtiyaçlarına duyarlı olması ve yerinde ve yeterince karşılaması bebeğe gerçek benliğini ortaya koymasına imkan sağlar.
Aksi durumda, yani annenin bebeğin çağrılarına uzun süre ve çok kez yanıtsız kalması durumunda, bebek bütünleşmiş bir benlik algısı için gerekli olan tüm güçlülük duygusunu yeterince deneyimleyememiş olur. Buna ek olarak, ‘’var olmak’’ yerine (annenin bebeğin ihtiyaçlarına yanıtsız kalışı, reddedişi ölüm demektir) dış dünyaya ‘’tepki vermeye’’ başlar. Bu da annenin bebeğe uyumlanması yerine bebeğin anneye uyumlanmaya zorlanması anlamına gelir ve bebek kendi olmak yerine sahte bir benlik oluşturmada ilk adımları atar. Buradaki maksat gerçek benliği saklamaktır.
Winnicott, gerçek ve sahte benlik kavramının birbirinden ayırt edilerek, narsistik kişiliği, büyüklenmeci sahte benlik ile savunmacı kişi olarak tanımlanlamıştır.
Buna ek olarak Freud, kişinin incinebilme hissine karşı göstermiş olduğu savunmacı bir yaklaşımı narsizm olarak tanımlamış ve erken travmatik deneyimlerin tekrarlanmasından dolayı bu kişilerin benlik kavramını düzenleme yeteneğinden yoksun olduğunu belirtmiştir. Narsizmin bilinen yönlerinin tam aksi bir tür olan kırılgan narsizm ise aşırı alçak gönüllülük, eleştiriye hassasiyet, yüksek kaygı düzeyi, çekingenlik, devamlı stres altında olma, acı çektiğini düşünme ve diğerleri ile kurulan yakın ilişkilerde fark edilebilecek kendilikle ilgili büyüklenmeci beklentiler gibi özellikleri içinde barındırır.
Çocuğun ilk gelişim döneminde bakım verenleri ile kurduğu ilişki sonucunda kendine ve diğer insanlara dair zihinsel temsiller/ kayıtlar oluşturur. Bu kayıtlarda onun için önemli olan kişilerin onu reddedip reddetmeyeceği ya da ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamayacağına dair pek çok örnek deneyimler bulundurur ve çocuk sonucunda da bir takım genellemelerde / beklentilerde bulunur. Bakım verenin, annenin çocuğun ihtiyaçlarını reddetmesi, Duygusal açıdan soğuk ve mesafeli olması çocuğun kendini değersiz ve sevilmez; insanları ise duyarsız ve ulaşılmaz olarak kaydetmesine sebep olur. Diğer bir deyişle, güvensizliğe dayanan bir ilişki stili geliştiren çocuk kendi benliğinin değersiz olduğuna, diğerlerinin onu kabul etmeyeceğine, onu desteklemeyeceğine dair inanç beslerler. Kendisini o kadar değersiz ve yetersiz algılar ki bir öneride bulunması yahut bir şey talep etmesi söz konusu bile olamaz, o kimdir ki? Desteklenmeyi, ihtiyaçlarının karşılanmasını hak etmediğini düşünür. Bu kişi sürekli öteki tarafından onay almaya ihtiyaç duyar hem de terk edilmeye/reddedilme kaygısından ötürü yakınlaşmaktan kaçınır.
Reddedilmeye karşı hassasiyet, reddedilme ipuçlarına karşı aşırı duyarlılık ile bunu izleyen aşırı tepki hali olarak tanımlanmaktadır. Bu duyarlılık, önemli kişiler ve bakım veren ile erken dönemde yaşanan, etki süresi uzatılan ya da ilerletilen beklentilerin karşılanmadığı diğer bir deyişle reddedilme deneyimlerinden kaynaklanmaktadır. Bunun gibi deneyimler aracılığı ile çocuk yakınlık kurduğu ilişkilerde reddedilme deneyimini yaşamayı beklemektedir ve bilinçdışı bu beklentiyi gerçekleştirecek adımlar atarak reddeden-reddedilen ikili sistemini oluşturmaktadır.
Bu beklentilere bakım veren tarafından olumsuz karşılık verildiğinde, kişi güvensizlik ve endişe dayanaklı bir model geliştirmekte ve bu da ilerideki ilişkilerinde yoğun duygu karmaşaları yaşayan ve şüpheci tutum sergileyen bireyler haline gelirler.
Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.