Cinsel Travma

Travma yaşayan kişilerin hepsi travmaya bağlı psikopatoloji geliştirmez. Bu sebeple travmanın psikopatolojilerinde biri olan TSSB(Travma Sonrası Stres Bozukluğu) geliştiren kişilerde bir yatkınlık görülebilir. Yatkınlık sonradan veya genetik olarak ta görülmüş olunabilir. Bundan dolayı TSSB’nin nasıl ortaya çıktığını açıklamak adına psikolojik kuram ortaya konulmuştur. TSSB’nin daha iyi anlaşılması için bilişsel yaklaşımdan oluşan kuramlar önerilmektedir. Travma sonrası oluşan psikopatoloji bazı kişilerde görülürken neden bazı kişilerde görülmüyor bu durumun yanı sıra hastalığın gidişatını anlamak için bu kuramların hepsinin katkısı görülmektedir. Bu kuramlar aynı zamanda travma yaşamış kişinin psikoeğitiminde ve ruhsal sorunlarının nedenlerini öğrenmek isteyen kişiler için de yardımcı olabilmektedir. Stres-Tepki İnsan beyni, yaşadığı travmatik durum ve onunla bağlantılı özellikleri, kendisinde görülen bilişsel şemalarla bütünleştirme içindedir. Farklı bir deyişle, yaşadığı herhangi bir olayı bir bakıma sindirmek istemektedir. Travmatik olay sonrası başlangıçta görülen şaşkınlık tutumunu, bu sindirme süreci izlemektedir. Eskiden sindirdiği, bildiği, uyum sağladığı her türlü yapı ya da şemanın içinde kalmayan bu durumu kendi dışında bırakmak için savunmaya geçmektedir. Böylece birey bir duygu yâdsıma veya kısırlılığı yaşayabilmektedir Başka bir taraftan, beyin sindirme ve özümsemeye çalıştıkça korkusu, kaygısı artar; özümseme süreci sekteye uğrayabilir. Bu sindirememe – sindirme süreci içinde travmatik durumla ilgili görüntüler tekrardan göz önüne gelebilir, istenmeyen düşünceler ve kâbuslar yönünde tekrardan bilince çıkabilir. Özümseme veya sindirme eğilimi ve savunma mekanizmaları arasında yer alam gerilim sonucunda birey, şemalarıyla travmatik olaya yönelik bilgiyi birleştürmeye çalıştıkça tekrarlı düşünceler ve yadsıma-duygu kısırlığı arasında gidip gelmektedir. Bu da travma sonrası tutumları ortaya çıkarmaktadır. Temel Varsayımlar Kişinin sahip olduğu temel hipotezler üç ana kümede ele alınmaktadır: dünyanın anlamlılığı, dünyanın iyiliği, kişinin benlik değeri. Travmatik durumlar kişinin bu hipotezlerini sarsarak, dünya ve kendisiyle ilgili olan pozitif inançlarını sorgulamasına, kendi kırılabilirliğini fark etmesine sebep olmaktadır. Travmatik mağdurlar, yaşadıkları durumun kendilerine olabileceğini hiç düşünmedikleri, travmadan sonra incinebilir, korumasız ve güvensiz hissettiklerini belirtmektedir. Travma mağdurlarının bu tutumu, travmaya maruz kalmayan kişinin genellikle bir “incinmezlik yanılsaması (‘bu bana olmaz’ düşüncesi)” temelinde yaşamını sürdürmekte olduğu konusunda bilgi vermektedir. Bireylerler, travmatik yaşantısının kendi hipotezlerini etkilemesi sonucunda, yanılsamalarıyla karşı karşıya gelmeye; farklı deyişle, kötü durumların sevdiklerine ve kendisine de olabileceğini anlamaya başlalamaktadır. Travmalar bu temel inanç ve hipotezleri yıkmaktadır. Böylece, ruhsal travması olan birey için dünya tehditlerle dolu ve güvenilmez bir yer haline gelmektedir. Korku Koşullanması Davranışsal şekil de anksiyetenin kazanılması durumu, kaçınmanın öğrenilmesini vurgulayan Mowrer’ın iki etkene sahip kuramı ile açıklanmaktadır. Bu kuramın bakış açısına göre korkma klasik koşullanma yolu ile kazanılmakta ve edimsel koşullanma yoluyla sürdürülmektedir. Travmatik yaşantı anında bulunan dış ve iç uyaranlar travmaya verdiği aşırı cevapın etkisi ile koşullu uyaranlar haline gelmektedirler. Koşullu uyaranlar ile karşılaşmak ise korku tutumunu koşullandırılmasına sebep olur. Bu da yansız bir tutum olan klasik koşullanma süreçlerin sonunda korku ve endişe veren itici bir tutum haline gelir ve kaygıyı ortaya çıkarır. Birey zamanla koşullu bir uyaran tarafından ortaya çıkan kaygının, yapamadığı veya yaptığı bazı davranışlarla azaldığını keşfetmektedir. Kaygıyı azaltan bu davranış (bir anlamıyla kaçınma davranışı) ise zamanla pekiştirilir. Kaçınma tutumu öğrenildiğinde ise sönmeye göre oldukça dirençli olur. Sönmeden kastedilen, koşulsuz tutumun olmadığı durumlarda koşullu tutumun sürekli olarak görülmesiyle koşullu tepkinin azaltılmasıdır. İki etken hipotezi TSSB’nin aşırı uyarılmış ve kaçınma belirtilerinin devam etmesini açıklamaya yardımcıdır. Bilişsel / Düşünsel Hatalar Bilişsel biçime göre, anksiyete ve benzer duygusal sorunlar uyumlu olmayan ve gerçekçi görülmeyen düşünme modellerine neden olur. Tehdidin nasıl görüldüğü, kontrol ve kestirilebilirliği edilebilirliği gibi kognitif değişkenlerin TSSB’nin sürmesi ve gelişmesinde etkili olduğu düşünülmektedir. Stres kaynağının özellikleri de cevapın ortaya çıkmasında etkilidir. Biçim, bilişsel algılama kadar tekrar yaşama durmu, uyarılmışlık tepkileri ve rüyaları ortaya çıkaran travmatik bellek içindeki cevap öğelerine de önem verir. Ayrıca, yaşam olayları, sosyal destekler, başa çıkma yolları, psikopatolojik öykü ve aile öyküsü gibi farklı etmenlerin koruyucu veya ortaya çıkarıcı rolleri olmaktadır. Anksiyete bozukluğu olan bireyler tehlikeyi olduğundan daha fazla abartıp, kendi kaynakları ve stres etkenleriyle ilgili başa çıkma yollarını küçümseme eğilimindedirler. Travmalardan sonra bireylerde “ya hep ya hiç” şeklinde düşünme, fazla genelleştirme, olumsuzlukları büyütüp olumlu durumları görmezden gelmek, kişiselleştirme ve kendini suçlamak, olduğundan güçlü görünmeye çalışmak gibi düşünce yanılgıları ve tutumlarını öne çıkar. Bu tür düşünceler, inanç ve tutumlar bireylerin psikolojisini negatif yönde etkiler. Bireyin travmanın nedenine yaptığı gönderme ve travmatik yaşantıya verdiği değer de bir diğer önemli noktadır. Tehlike ya da tehditle ilgili inançların korku ve anksiyetenin gelişmesinde önemli bir role sahiptir. Yaşanılan felaketin seviyesini sonradan öğrenmek bile, “nasıl bir felaketten içerisindeymişim, herşeyimi kaybedebilirdim”, travmanın anlamının değişmesinde ve kişinin psikolojisinin de değişmesine yol açabilir. Farklı “güvenlik envanterlerin”nin koruyuculuklarına ilişkin inançlar da anksiyetenin azaltılmasını sağlamakla aynı zamanda psikopatolojinin sürmesine de zemin hazırlamaktadır. Travmatik stresörlerin kontrol edilemez ve kestirilemez olması korkuya yönelik yanıtların oluşması ve sürmesinde yeterince önemli bir role sahiptir. İnsanlar kontrol edilebilir ve kestirilebilir fakat stresörleri kontrol edilemez ve kestirilemez olanlara tercih ederler. Stresörün kestirilebilirliğinin travmatizasyona karşı önemli bir rolü olduğunu gösterilmiştir. Kontrol edilemez olan stresörlere eşlik eden yansız ve koşullu uyaranlar genellikle daha çok korku yaratırlar. Bu duruma hazırlık sağlamak ve durumun kontrol edilebilirliğinin bilinmesi uyaranın oluşturduğu stresi azaltır. Bunun tersi durumunda ise öğrenilmiş bir çaresizlik, yani süreğenleşmiş bir korku, cevap vermekte ve cevapların etkili olduğunu görmekte ilişkili bozuklukları ve güçlüğü ortaya çıkar. Kontrol kaybına yönelik inanç ya da kontrol kaybı travma anında ortaya çıkacağı gibi sonrasında da gözlenmektedir. Travma sonrasında görülen güçlükler ve yaşam olaylarının negatif sonuçlarını ya da etkilerini değiştirmek için yapılan adımlar kontrol edebilirlik duygusuyla ilişkili olmaktadır. Bu durumun da psikopatolojiye yönelik koruyucu bir işlevinin olduğu düşünülmektedir.

 


Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Başa dön tuşu